
KADININ TOPLUMDA VE DİNDE YERİ
"Ataerkil sistemin kökenini anlamak, ne zaman ve niçin ortaya çıktığını bulabilmek için şu soruları sorabiliriz: Ataerkil sistemden önce kadınların erkeklere egemen olduğu anaerkil sistem mi yoksa cinsler arasında eşitlik mi vardı? Erkeklere ve kadınlara farklı roller nasıl verildi? Kadınlar ne zaman emir altına girmeye, ikincil konumda olmaya başladı?"(*)
İnsanın yaratılışının ardından dünya üzerinde sığındığı ilk meta hep doğa olmuş; insan, varlığını da tanrısını da doğumunu da yaşamını da ölünü de doğa kavramı doğrultusunda zihninde somutlaştırmıştır. Henüz hiçbir kuruma veya sisteme zincirlenmemiş insanın ilk felsefi yönelimi doğadan yana olmuştur.
"Doğurgan, besleyici ve anaç olan doğa elbette ki kadın olmalıydı. İlk kadın doğaydı ve doğa da kadın."(*)
"Paleolitik Çağ'da insan, doğumla ölüm arasındaki bağlantıyı, nereden gelip nereye gittiğini, ölüm sonrası yaşamı ve kim tarafından yaratıldığını sorgulamaya başlamıştır. Bunların cevabını doğuran ve yeni nesle can veren kadın kimliğinde bulmuştur. Besin kaynaklarının zor elde edildiği bu dönemde kadın, göğüslerinden kan süt ile mucizevi bir şekilde hazır besin üretebiliyor ve bununla dünyaya getirdiği insanı besleyip büyütebiliyordu. Kadın, bedensel özellikleri ile erkek karşısında son derece üstün durumdaydı. İşte, insanlığı yaratanın "ana" yani doğuran kadın olduğuna yönelik düşünce bu şekilde gelişerek "Ana Tanrıça" kültüyle ilgili inanç sistemini oluşturdu." (*)
"Kadının ve doğanın yaratma kabiliyetinin verimi, eski toplumlar için vazgeçilmez bir gereklilikti; çünkü ölümün karşısında durabilen tek güç doğurganlıktı."(*)
Yaşam için gereken beslenme, çok geçmeden bir "bereket kültü" ortaya çıkarmış; bereketin tek kaynağı olan doğa ile özdeşleşen "kadın" da insanın gözünde oldukça kutsal bir mertebeye oturtulmuş oldu. Zihinlerde tanrı fikrinin oturmaya başlaması ve tanrı ile doğa kavramlarını paralelliği ile tanrı, kadın biçiminde figüre edildi; gelişen tanrı kavramı ve ibadet spektrumu "kadın" üzerine yoğunlaştıkça tarihin karanlık dönemlerine denk gelen anaerkil yaklaşım varlığını çağımızda birçok örneğine rastlayabileceğimiz ve tarihi M.Ö. 12-13. yüzyılları bulan çeşitli Tanrıça mitleri ve kil heykelleriyle muhafaza edebildi.
"Bebeğini doğuran anne gibi evrenin de yaratıcısı bir dişil öğe olmalıydı. Bu dişil öğe düşüncesi "İlk Ana" mitini doğurdu."(*)
Üremenin ve cinselliğin hiçbir şekilde bilinmediği bu dönemde kendinden yeni bir canlı yaratan ve gözlemle kanıtlanabilecek bir "annelik" oluşumunun söz konusu olduğu kadının yanında erkeğin üreme basamaklarındaki rolünün bilinmezliği ve günlük işlevleri ile kadının üstünlüğü altındaki matriarşik baskınlıkta geçirdiği bir zaman dilimi söz konusudur.
Ana, kozmosun yaratıcısı ve insanlık tarihinin başlangıcı ve devamı niteliğini taşımıştır. Paleolitik Çağ olarak tarihlenen bu görüş büyük bir hızla geniş bir alanda söz sahibi olmuştur; insanların ilk yaratıcı mit olarak dişil bir gücü benimsemesi Eski Dünyanın Avrupa, Asya, Kuzey Afrika ve Anadolu ile Okyanusya gibi uzak yerleşim yerlerinde rastlanan dişi tanrıların "doğurgan" ve "bereketli" yönünü açığa vuran heykelleri ile tasdiklenen ortak bir fikir birliğini oldukça berrak bir olgu haline getirir.(*)
"Sümer'de bereketin ve üremenin koruyucu tanrıçası olan İnanna, gelecekte Babil'de İştar, Anadolu'da Kibele, Yunanistan'da Afrodit/Demeter, Roma'da Venüs gibi farklı farklı kılıklara girse de sonuçta tüm bu tanrıçalar, verimliliğin 'kutsal bir dişi' tarafından korunması geleneğini temsil ediyorlardı."(*)
"İlk şehir devletlerinin ortaya çıkmasıyla "Ana Tanrıça" figürünün öneminin azaldığı, yanındaki eşim/oğlun öneminin arttığı, sonra da bu erkek eşin kendi egemenliğini kurduğunu; daha sonra da bu erkek tanrının, fırtına tanrısıyla birleşip kaynaşarak bir tanrılar ve tanrıçalar panteonuna başkanlık eden "Yaratıcı Tanrı"ya dönüştüğünü görürüz. Bu aşamada hâlâ yaşamı yaratan ve ölüme egemen olan Ana Tanrıça'dır; ancak soyun üretilmesi sürecinde erkeğin işlevi artık daha açıktır. (...) İki cinsli kutsal çift, üremeyle ilgili düşüncelerin değiştiğinin kanıtıdır; üremenin salt kadın cinsine özgü bir olay olarak görüldüğü dönem artık kapanmıştır." (*)

Kadını tahtından eden ve erkek hegemonyasının tohumlarını salan bu aydınlanma ile kadınlar artık asırlar süren ve günümüze de el uzatan koyu bir karanlığın boyunduruğunda yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar.
Eski Hint geleneğinde kocası öldüğünde onunla beraber yakılan, Eski Çin ve Japon geleneğinde evcilleştirilmesi gereken bir varlık olarak görülen, Eski Yunan ve Roma geleneğinde ise yaratılış basamaklarında aşağıda olan kadının bir metalaşma süreci geçirdiği açıkça görülmektedir.(**) Neredeyse tüm geleneklerde kabul görülen "köle kadın" ve "şeytan kadın" anlayışları kadına aşağılayıcı ve toplumdan dışlanması gereken bir nitelik tayin etmiştir. Ne aile ortamında ne de toplumda bireysel hiçbir söz hakkı bulunmayan kadın ancak bir erkek egemenliğinde nefes alma şansını yakalayabilmekteydi; tabii o zamanların hiyerarşisi içerisinde kendine tanrı kimliği yakıştıran ben-merkezci erkeğin zihninde bir kadın ne kadar değer kazanabilirse...
"Bahçivan Sukaletuda'nın uzun bir yolculuk sonrası yorgun düşüp bahçesinin yakınlarında uyuyakalan Tanrıça İnanna'ya tecavüzü ise erkelerin "Ana Tanrıça"ya karşı başkaldırılarının ilk mitolojik göstergelerinden biriydi."(*)
"Erkeğin bütün özelliklerini kendisinde toplamış olan baş tanrı Zeus'tu. Erkek egemen düzen, Zeus'un kişiliğinde tanrılar katına el atmış ve cinsel alandaki hiyerarşik dizgesini orada da kurmuştu. Tanrıçalar ise dişil ikincil konumda varlıklarını sürdürüyordu. Zeus'un kız kardeşi ve aynı zamanda karısı olan Hera, (...) çaresizlik içerisinde kocasına boyun beğen dişil bir karakteri canlandırıyordu."(*)
Neredeyse tarihin her noktasında "kötü kadın" olarak resmedilen kadın figürü Yunan mitolojisinde en net şekillerinden birini Pandora ile almıştır. Pandora; Epimetheus için hazırlanmış bir tuzak olan ve güzelliğini, bedenini, merakını tanrılardan alan bir ölümlü olarak yaratılarak mitolojide ölümlüler arasındaki "ilk günahı" işlemiş ve kendisini yaratan eril güç olan Zeus'un emri olup açmaması gereken kutuyu/vazoyu açmıştır. Burada, onu yaratan ve dünyaya kaos getirmesi için dizayn eden erkek öğesi parantezden atılarak tüm ölümlüleri büyük bir kötülüğe ve yasa sürükleyen merakı ve tüm dişil özellikleri ile bir şeytan niteliği taşır kendisi.
"Arkeolog ve filolog olan Mascetti'ye göre, bakire Meryem ve onun babasız çocuk dünyaya getirme hikayesi İlkçağ mitolojisinin motiflerinden kalan bir mirastı."(*)
Din çerçevesinde de "kadın" anlayışı, birçok kutsal kitabın ilk hali korunamayarak kötüye kullanılması ve erkek hegemonyasının kadının olabilecek tüm baskınlığını azaltmak hatta yok etmek adına kutsala da el uzatması sonucu kadın karşıtı bir tutum kazanmıştır.
"Tevrat’ta kadının yaratılışıyla ilgili iki kıssadan birincisine göre kadın erkeğe eşittir ve ikisi de Tanrı’nın sûretinde yaratılmıştır (Tekvîn, 1/26-27). İkinci kıssaya göre ise (Tekvîn, 2/21-25) kadın, erkeğin kaburga kemiğinden ve onun yalnızlığını gidermek üzere uygun bir yardımcı olarak yaratılmıştır (Tekvîn, 2/21-22). Kadının erkekten yaratılmasının sebebi aynı bütünün parçaları olmaları dolayısıyla birbirlerine bağlanmaları (Tekvîn, 2/23-24), parça bütüne tâbi olduğu gibi kadının erkeğe tâbi olmasıdır. Bu tâbi oluş, kadının yasak meyveyi yemesi ve eşine de yedirmesi sebebiyle daha da ön plana çıkmıştır. Tanrı emre itaatsizliği yüzünden kadını cezalandırmış, zahmetini daha da çoğaltacağını, ağrı ile evlât doğuracağını, arzusunun kocasına karşı olacağını ve kocasının da kendisine hâkim olacağını bildirmiştir (Tekvîn, 3/16)."(***)
Tevrat'ta sırf Adem'in isteği üzerine onu kaburgasının bir parçasından beden bulan Havva'nın hikayesinde kutsal bilinci oluşturarak kadının yeniden erkeğin altında bir konuma sürüklendiğini görüyoruz. Bu anlayışla, kadın aslında erkek eğlencesi üzerine ve erkeğin varlığı altında yaşamak zorunda olarak lanetlenmiş bir motif olarak ileri çıkar ve erkek üstünlüğü kutsal yollarla kanıtlanmış olarak insan zihninde yer bulur. Diğer bir kutsal hikâyeye göre de tüm insanlığın dünyaya sürülmesine ve günâhkar olarak sıfatlandırılmasına neden olan yasak meyvenin yenmesinin altında yatan nedenin Havva olmasıdır. Yılan kılığındaki şeytanının tuzağına kolaylıkla düşerek yasak meyveyi yiyen ve Adem'i de yemesi konusunda ikna eden Havva'nın; neslini büyük bir pişmanlık ve acıya sürüklemesi, Cennet'te elinin altında olan imkanları zor yollarla insanın kendinin elde etmesi, kadına bahşedilen sancılı ve kanlı doğum, dünya üzerindeki ölümün varlığı... tarih boyunca her kadının omuzlarında bir yük, boğazında da bir pranga niyetini gördü.
Tevrat’ta kadın, şehvet veren, erkeği yok eden ve eşlik eden bir sinsi bir kimse olarak bilinir. Ve kadın 3 adımda erkeği alçaltıcı ve kayıtsız şartsız onurunu zedeleyen bir varlık olarak tanımlanır. A) Birinci Adım: Tanrı insanı kendi suretinden yarattı, başlangıçta bilgelik ve bilginin deneyiminde başarılı oldu (Tevrat, Genesis Travel-1chapter, Verses of 26–31). B) İkinci Adım: Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın Yara Tark onu Âdem’e getirdi. O’na Kadı denilecek, çünkü o adamdan alındı (Tevrat, Genesis Travel-2 chapter, Verses of 21-24). C) Üçüncü Adım: Tanrı kadına ‘çocuk doğururken sana acı çektireceğim’ dedi. ‘Ağrı çekerek doğum yapacaksın ve kocana istek duyacaksın ve seni o yönetecek’ dedi (Tevrat, Genesis Travel-3 chapter, Verse of 16). (****)
Yasak meyvenin yenilmesi yalnızca Tanrı'nın buyruğuna karşı gelmek değildi, aynı zamanda yasak meyve Adem ve Havva'nın gözlerindeki tüm masumiyet perdesini yırtıp atmış ve onlara çıplaklıklarının bilincini yaşatmıştır. Artık hiçbir şehvet ve arzuya karşı gelemeyen çift bir birliktelik yaşamış olurlar ve bu birlikteliğin ardından durulan akılları peşinden büyük bir pişmanlık sürükler; artık saf değillerdir ve Tanrı'nın yüzüne bakamaz olurlar. Bu hikâyenin tescillediği "cinsellik tabusu" artık cinselliği yasak kılıfına koyar ve böylece asırlar öncesi yüce bir davranış olarak görülen "cinsellik" artık bir günah olarak görülür ve İnanna adına bedenlerini feda eden "kutsal kadınlar" artık "fahişe" olarak adlandırılırlar.
"Kadın, yeryüzü devletinin bir üyesi olarak oynadığı cinsel nesne rolüyle lanetlenirken, tanrı devletinde doğal görevi olan kocasına yardımcılık ve çocuklarına bakıcılık rolüyle de yüceltilir. Böylece, kadın yalnızca erkeğin mutlak karşıtı olmakla kalmamakta; kendi kendisine karşı da, Lanetli Havva ve Kutsal Meryem Ana olarak, onulmaz bir biçimde bölünmektedir. Ana Tanrıça kültürünün bastırılıp kadının özgür cinselliğinin "günaha" dönüştürülmesi süreci, böylece, hükmünü yürütmeye devam etmektedir."(*)
"(...) Zira kadın, haram meyveyi Adem'e yedirerek Adem'in Cennet'ten kovulmasına ve insan neslinin günahkâr olmasına neden olmuştu. Bu yüzden Hristiyanlık ilişkiyi bir günah ve kirlenme saymaktadır. Aziz Augustin'e göre insanın karsısı veya bir fahişeyle cinsel ilişkide bulunması arasında maddi bakımdan pek fark yoktur. (...)" (*****)
Aziz Augustine ve Jerome döneminden önce kadınlara daha hoşgörü ile yaklaşan kilise, Havva'nın Adem'i Cennet'ten kovduğunu ileri sürerek kadın haklarını aşağılayacak bildirilerde bulunmuşlardır. Bu bildirileri hâlâ etkisini koruduğu kadınların Katolik Kiliselerinde papazlık yapamayacağı gibi olgularla kendini gösterir. (******)
Tevrat'ın deformasyon geçirmiş "Ben Sira Alfabesi" kitabında ise kadın, "günahın" temsilcisi unvanını taşır yeniden. Bireyselliğini kazanmaya çalışan Lilith'in sadece Adem'in eşi sıfatı altında anılmayı reddetmesi üzerine Cennet'ten kovulması ve şeytanla bütünleşmesi hikayesi eski dönemlerde kadının kötülüğünü simgeliyor olsa da günümüzde bu mit sayesinde birçok kadın kendisini ezmeye çalışan erkeğe karşı bir başkaldırı sergileyebilme cesaretini gösterebiliyor. Lilith efsanesi zamanla evrilerek eril hiyerarşi altında yorumlanması sonucu binlerce kadının çeşitli acı yollarla nedensiz yere katledilmesine neden olan "cadı kadın" söylentisinin ortaya atılması da zamanın koşullarında kadının varlığını söndürmek amacıyla uygulanan yöntemlerden biri olarak kabul edebiliriz. Daha birkaç yüzyıl önce, doğanın kaynağı olarak görülen kadının doğayı kullanan şifacı konumundan dişil gücünün şeytana dönüştürülmesi, aynı zamanda patriarşik düzene karşı çıkan Feminizm tohumlarını da zihinlere ekecektir.
"Bütün kültürlerde kadınlar, ilkin onları tanrılaştıran sonra da lanetlenmelerine sebep olan bir öğe olan doğayla ilintilendirildiler."(*)

İslamiyet'te ise Arap Yarımadası'ndaki tutumun aksine yeni bir kadın imajı oluşur. Bu doğrultuda Şeytan tarafından kandırılan Hz. Âdem ve Hz. Havva bu günah üzerinde eşit pay almış olurlar ve aralarında fark görülmeksizin cezalandırılırlar.(*******) İslam, erkeği kadının sorumluluğuna yükler ve daima korunmasını emreder; kadının, bir metanın aksine değerli görülmesi emredilir.
Bunun üzerine Rableri, onların dualarına şöyle icâbet buyurdu: “Ben, erkek olsun kadın olsun içinizden çalışan hiç kimsenin amelini boşa çıkarmayacağım. Zira siz birbirinizi tamamlayan parçalarsınız. Hicret eden, yurtlarından çıkarılan, benim yolumda ezâ-cefâ gören, hakarete uğrayan, savaşıp şehit olanların da günahlarını mutlaka affedeceğim ve onları Allah tarafından bir mükâfat olmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Zâten, en güzel mükâfat ancak Allah katındadır. (********)
"Tarihçiler, Eski Türklerde, kadının toplum içinde genelde saygın bir yeri olduğunu ifade etmektedirler. Hanlar devleti eşleri hatunlarla birlikte yönetirlermiş. Örneğin, Kutluğ Han ölünce eşi Bilge Hatun oğullarının velisi olarak onun yerini almış. Ziya Gökalp'e göre karı-koca çocukların velayetlerini paylaşırmış; evleri, malları, mülkleri de ortakmış. Kadının kocasından ayrı mal edinme hakkı varmış. Erkek eşine saygı gösterir, onu arabaya bindirir, kendi ardından yürürmüş. İslam dininin benimsenmesinden önce erkeğin çok kadınla evlenmesi geleneği yokmuş."(*****)
"Anneliğin cinsel arzular tarafından gölgelenmesi gerekiyordu. Bu inanca göre ruhun temiz kalması ancak cinsel perhizle sağlanabilirdi. Arzuyu görmezden gelen inanç, penisin kabarmasın sağlayan gücü de kadın bedeninin şeytani kışkırtıcılığı olarak ilan etti. Bundan böyle erkek, yapacağı günahkâr eylemler sonucunda duyacağı suçluluk duygusunu kadın bedenini lanetleyerek hafifletecekti."(*)
1500'lerin sonuna gelindiğinde, kadın bu sefer Rönesans ile bedeni doğrultusunda nesneleştirildi. Çıplak beden ile tuvallere konuk olan kadının sosyal olarak rolü kısıtlı kalmaya ve ev işlerinin yüklendiği bir köle olarak görülmeye devam edilmiştir. Avrupa'da oy kullanma hakkı elinde olmayan kadın, aynı zamanda kendi işini eline almada toplum tarafından geriye atılmış olmanın yanında asırlardır kendine ait olan birçok hakkını da hâlâ daha eline alamamıştı. Dönemin birçok eserinde göze çarpan ve sınırlı sayıdaki kadın yazarını da sıklıkla ele aldığı aristokratik sınıf ile evlilik konusu üst sınıf içerisinde oldukça çok gözlemlenir, aristokratik bir kadının diğer bir aristokratla evliliği sonucu kadına ait mirasın erkeğe transfer edilmesi ve kadının erkek çerçevesinde kapana sıkışması fazlaca gözlemlenen bir durum haine gelir. Viktorya Dönemi ise kadınların cinsel hayatının kocası egemenliğine girdiği ve bu kısıtlamaların kanunlarca denetlendiği, aksi bir durumda ise kadının ağır cezalarla yüzleştiği bir zaman dilimine tekabül eder. (******)

Kadının bireysellik kazanması ve bireyselliği için savaşması aşamaları 20. yüzyıla denk düşer. "Suffragettes" adını taşıyan bir grup kadın, kadın haklarını korumak için birçok eylemde bulunur; Feminizm dalga dalga büyümeye koyulmuştur.
20. yüzyılda patlak veren iki büyük savaş da iş alanlarındaki erkek nüfusunu azaltırken kadınların evlerinden çıkıp iş yerlerine atılmasına ve ekonomiye katkıda bulunmalarına neden olmuştur. (******)
Artık kozalarını parçalayacak fırsatları kaçırmayacak kadar gözleri açılmış kadınlar, erkeklerin tarih boyunca ellerinden aldıklarını geri almaya koyulurlar.

(...)
Beyaz adam
özgürlük gibi adaleti de
bir kadın heykeliyle simgeledi
ama elinde terazi tutan
zavallı kadın
gözleri bağlı olduğu için
kendisine tecavüz edenin
kim olduğunu göremedi...
SUNAY AKIN
(*) Tüm alıntılar 239 sayılı "BİLİM VE ÜTOPYA" dergisindeki "Eski Çağ Dininde Kadın: Ana Tanrıçadan Günahkâr Kadına" yazısından alıntılanmıştır.
(**) http://www.enfal.de/ev18.htm makalesinden yararlanılmıştır.
(***) https://www.hazardernegi.org/yahudiligin-kadina-bakisi/
(****) A.Baseri / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇k Araştırmalar Dergı̇si 16 (Özel Sayı I): 123-127, 2014
(*****) Akdemir, S. (1997). Tarih Boyunca ve Kur'an-ı Kerim'de Kadın. İslami Araştırmalar Cilt:10, Sayı:4.
(*******) Kaval, M. (2016). İlahi Dinlerde Kadının Kıymet Problemi. Akademik Bakış Dergisi, (55), 306-324.
(********) Âl-i İmrân Sûresi(3) 195. Ayet, Ömer Çelik Meali
BONUS:
תגובות