NUR AKAN OLUĞUN İDAMI
- Rümeysa Azak
- 11 Oca 2021
- 10 dakikada okunur
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir…(N.F.Kısakürek)
1.PERDE
Kişiler: Hâkim, jüri heyeti, Sokrates, halktan birkaç kişi, Platon.
[Sahnede mahkeme kurulur. Perdeler açıldığında ortam karanlıktır. Sokrates dışında herkesin kafası eğiktir, Sokrates’in kafası karşısına bakmaktan çok yukarıya eğimlidir. Işıklar açıldığında jüri ve halk topluluğu kendi aralarında konuşmaya başlar, sesli bir ortam oluşur. Platon’un kafası hâlâ eğiktir. Konuşanların arasından bazı sesler seçilir, yan yana duran iki adam seyircinin duyabileceği yükseklikte konuşur.]
Halktan birinci kişi kibirli ve aşağılayıcı bir şekilde konuşur ve elini Sokrates’e doğru savurur: “Soktares’miş, peh… Etrafta çoluğumuzun çocuğumuzun kafasına gereksiz bilgileri doldurup kışkırtarak gezip dolaşıyordu, hiçbir işe yaramayan boş adamın teki işte. “
Halktan ikinci kişinin sesi yükselir: “Senin o aylak aylak dolaştırma dediğin şey eğitimdi, yaşlı ve emekli bir adamın çocuklara bir şeyler öğretme uğraşıydı.”
Halktan birinci kişi: “İşime yaramadığı sürece eğitimin ne önemi var ki? Pazarda benimle satış mı yapıyor, elime para mı tutuşturuyor, beni kalelerde mi yaşatıyor? Boş uğraşlar bunlar.”
Halktan ikinci kişi: “Eğitim; çocuğun için bir gelecek sunacak, eline seninkinden daha çok para tutuşturacak, şimdi hayal ettiğin o rahat hayatı yaşayabilecek imkânı verecek, senin gibi çürüyüp gitmesine izin vermeyecek. Bunlar yeterli değil mi? “
Halktan birinci kişi: “Benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Ben çocuğumu şu aylak adamın peşinde dolaşsın diye büyütmüyorum.”
Halktan ikinci kişinin sesi daha da yükselir, sesinden aşağılayıcılık seçilir: “Senin peşinde mi dolaşacak? Ne için? Kafası bomboş, elleri dolu olsun diye mi?”
Halktan birinci kişi: “Hiç değilse benim işime yarar. Adam sabah akşam aylak aylak etrafta dolaşıp herkese saçma sapan sorular soruyor, cevap verelim diye diretiyor, tanrılarımı inkâr edip yalanlıyor; bence bunlar ondan nefret etmem için bile bir sebep.”
Halktan ikinci kişi: “Adamın sana ne zararı var ki?”
Halktan birinci kişi: “Etrafta bilmişlik taslıyor sonra da bir şey danışalım dendiğinde hiçbir şey bilmediğimi biliyorum diye zırvalıyordu. Filozof diye anıyorduk (elleriyle Sokrates’i gösterir) ama şimdi durduğu yere bak.”
Halktan ikinci kişi kafasını kaldırır ve Sokrates’e bakar: “Ben Sokrates’e bakınca, karşısına dikilmiş bir grup insanın kabul etmek zorunda bırakıldığımız inançlarını ve tanrılarını bahane ederek kendilerini iktidar yapmaya çalışan bir monarşiyi görüyorum ve biz buna devlet diyoruz. Bir adam çıkıyor ve zorla dayatılan her fikre felsefeyle karşı çıkıyor çünkü aslında kendi inandığı, düşünerek bulduğu fikirleri var ama bunlar mutlak olana karşı diye (bir baş hareketiyle Sokrates’i işaret ediyor) şimdi şurada dikiliyor. (yavaşça yanındakine dönüyor) Senin şu an o adamın yaptıklarına karşıki tutumun serbest bir düşünce olarak kabul ediliyor çünkü kimsenin çıkarlarına ters düşmüyor. Eğer (parmağını hafifçe kaldırır ve hâkim ve jüri heyetini gösterir) düşündüklerin onlara karşı çıksaydı şimdi sen de orada olurdun.”
Halktan birinci kişi ikinci kişinin kaldırmış olduğu kolunu kavrar, indirir; şaşkınlık ve feryatla konuşur: “Neler saçmalıyorsun sen? Şu adamın peşinden mi gitmek istiyorsun sen de? Tanrılarına şükran dile ki (etrafındakilere bakar ve yanındakine hafifçe eğilir, fısıldayarak yüksek seste konuşur) kimse duymadı seni, yoksa çoktan o adamın yanında yerini almıştın.” (ikinci kişi kolunu silkeler ve bir süre Sokrates’e baktıktan sonra arkasını dönüp sahneden çıkar)
[İkinci kişinin sahneden ayrılmasıyla ortamdaki gürültü artar. Hâkim “susun” diye bağırır ve sesler kesilir. Sahnedeki hareketlilik sonlanarak herkes önüne döner. Bir süre sonra hâkim konuşmaya başlar.]
Hâkim: “Neden burada olduğunu biliyorsun, değil mi Sokrates?”
Sokrates cevap vermek için beklediği sırada yüzünü hâkim ve jüriye çevirir, cevap vermesi zaman alır: “Bildiğim şeyler anlamama yetmiyor.”
Hâkim: “Mutlak düzene karşı savunduğun fikirlerinle gençlerimizi zehirlediğin ve tanrılarını inkâr ettiğin için buradasın.”
Sokrates: “İnanmadığım tanrılar benim tanrılarım olamaz, onlar sizin tanrılarınızdır ancak.”
Hâkim boğazını temizler ve devam eder: “Devletimize ihanet eden Alcibiades'in öğretmeni olarak ona aşıladığın fikirler ve Otuz Tiran’a karışmış Critias ile Charmides’e yardım ve yataklık yapma suçundan da burada bulunuyorsun.” (hâkim sustuğunda Sokrates’in cevabını duymak için duraksar ama Sokrates konuşmaz.)
Hâkim: “Bir rhetor istemediğine emin misin? Galiba hazırda bir savunma metnin varmış.”
Sokrates: “Kendimi savunmak için başkalarına ihtiyacım yok, ayrıca içinizden birinin beni savunacak kadar sizlerin düşüncelerinden sıyrılmış olduğuna inanmıyorum.”
Hâkim: “Kendi kendini mi savunacaksın? (hâkimin çehresinde küçümseyen bir ifade oluşur, gözlerini kısar ve sonra elini Sokrates’e doğru yavaşça savurur, bu bir başla işaretidir) Seni dinliyoruz.”
Sokrates: “Konuşacaklarım; kendimi savunmaktan çok yobaz fikirlerinizi, düşünmeden inandıklarınızı size sorgulatmaya itecek bir deneme olacak daha çok. Şimdi kaderimden çok sizinle oynayacağım kumarın içerisindeyim, sonuçta sizler Atina’nın yönetim kolları olarak beni ya yaşatacak ya da öldüreceksiniz ki şahsen bu kumar masasından kalktığım an damarlarımdan tüm vücuduma salacağınız zehir beni ölüme sürükleyecek, bundan eminim. (bir süre duraksar ve derin bir nefes alır, ellerini havaya kaldırır ve hem halkı hem de jüriyi elleri havada süzülürken işaret eder.) Sizler Atinalısınız (yavaşça kollarını indirir ama salık bırakmaz, bileklerinden kırdığı kolları havadadır.); dünyanın en kudretli, en ünlü şehrinde yaşıyorsunuz. Paraya, statüye verdiğiniz önem kadar durmaksızın yüceltilmesi gereken akla ve ruha bu kadar az değer vermekten utanmıyor musunuz? Sizin o değersiz gördüğünüz aklınızla sorgulayamadıklarınızın değerli sandığınız yaşamınızı yaşamaya değer kıldığını mı sanıyorsunuz? Yaptıklarınızı hiç düşündünüz mü ya da yapmadıklarınızı? Yaptıklarınızın sizi nereye götürdüğünü ya da yapmadıklarınızın sizi nereye götürebileceğini? Veya yapamadıklarınız? Yapamadığınız şeylerle bir liste oluştursaydınız nasıl bitmek bilmez olacağını hiç düşünmemişsinizdir, değil mi? Hiç düşünmediniz çünkü hiç sorgulamadınız, ben hayatlarınızın zaman diye hitap edilemeyecek bir kısmında sizlere hayatlarınızın sorgulanmaya değer olduğunu göstermeye çalıştım. Tüm o sonuna kadar cevap açlığıyla beslenen sorularım sizler içindi aslında. Ben asla herhangi birine bir şey öğretme amacıyla herhangi birinizi yönlendiremem, yalnız sizi düşünmeye itebilirim; o dinginliğin tuzlu suyunu yutmamış okyanusta boğulmanız için size bir kayık veririm ama yalnızca siz, o kayığı devirip okyanusa gömülebilirsiniz.” (kolları tamamen iner.)
Hâkim: “Tüm söyleyeceklerin bunlar mı?”
Sokrates: “Benim ne söylediğim ya da söyleyeceğim önemli değil aslında. Asıl kilit nokta, sizin vereceğiniz karar; çünkü beni yaşatıp öldürmeniz tüm gerçekleri gözle önüne serecektir. Beni yaşatmanız, belki bir şeylerin önünü açacaktır ama öldürmeniz, bazı şeylerin sonunu getirebilir. Sizleri de suçlayamam bir yandan. Eğer doğruyu bilseydiniz o doğruyu yapardınız ama bildiğiniz şey doğrudan sapmış olsa bile bildikleriniz arasından en doğru olanı yapıyorsunuz sonuçta. Sizi kötülüğe iten şey cehaletinizdir, sizi iyiliğe yönlendirecek olan bilgiyi size aşılayacak olanları katletmeniz de bir cehalet örneğidir. Bu yüzden size kötü olanın içinden iyi olanı aramak düşüyor işte, bana ise gelecek olan mutlak ölümü beklemek.”
Hâkim: “Senin için bir ölüm cezası belirlediğimiz doğru, ama ne kadar fikirlerin yanlışa sapmışsa da herkes için bir filozof olarak önem teşkil ediyorsun.” (hâkim devam edecekken Sokrates lafını keser.)
Sokrates oldukça alaylı ve kinayeli bir şekilde konuşur: “Kendi fikirleri üzerinden baskı uygulayan bir yönetim olarak daima kendi fikirleri doğrultusunda hareket edecek filozoflara duyduğunuz saygı fazlaca ironik.”
Hâkim, Sokrates’i umursamadan devam eder: “Dediğim gibi, ölümünü kararlaştırdık ama senin için bir şans tanımak istiyorum. Sana yaşamak için bir seçenek sunuyorum: bir gün müddet. Bu bir gün içinde düşünüp doğru yolu bularak sapkın fikirlerinden vazgeçersen hayatını bağışlama fikrini jüriye oylatacağım.”
Sokrates, hâkime doğru bir adım atar ve durur: “Tanrılarımın benim için verdiği yaşamı elimden almamanız için inandığım her şeyden vazgeçmemi mi istiyorsunuz benden? Beni ben yapan şeylerden, aslında bana yaşamı veren her şeyden vazgeçmemi bekliyorsunuz ve benim de bu teklife olumlu bir yanıt vermemi bekliyorsunuz, değil mi? Hiç aklınızdan kabul etmeyeceğim geçti mi, merak ediyorum çünkü asla kabul etme tenezzülünde bulunmayacağım bu fikri düşünmekten bile kaçınıyorum. Eğer öleceksem mutlak olan ölüme kendim gibi gideceğim.”
Hâkim: “Fikirlerinin sarhoşluğuna tutulduğunu düşünüyorum, Sokrates; yoksa bu teklif bir ölümlü için tanrıların ayaklarına kapanması değerliliğinde. Sen ne kadar reddetsen de ben bu fikri oylamaya sunacağım, sonuçta burada demokrasi var, Sokrates. (eliyle yanındaki jüri üyelerini gösterir.) bu jüri neden burada sanıyorsun? Senin için, herkes adına en doğru kararı vereceğiz. (elini indirip jüriye döner, jüriden birkaç baş hâkime dönmüştür.) Oylamayı başlatabiliriz. ( jüriden birkaç kişi başını sallar ve ayağa kalkarlar. Sahneye iki testi getirilir ve yerleştirilir. Sırayla her üye testilere metal para benzeri maddeyi atar, oylamasını bitiren her üye yerine oturur. Son kalan kişi, testilerin içindekilere bakar ve hâkimin yanına gelerek kulağına fısıldar.)
Hâkim, kafasını kaldırarak Sokrates’e bakar: “Oylamaya sunduğum teklif kabul edilmiştir. Şimdi sana bir günlük bir müddet veriyoruz düşünmen için. Umarım bu süreyi en iyi şekilde değerlendirirsin.”
[Sahne biter, ışıklar söner ve Sokrates dışındaki herkesin kafası eğilir, perde kapanır.]
2.PERDE
Kişiler: Sokrates, Kriton, küçük bir çocuk, iki grup öğrenci ve öğretmen.
[Sahnenin ortasına ev ortamı kurulur, bir yatak dikkat çeker. Sahnenin sağında ve solunda birkaç sıra vardır ve sıralar gizlenir. Perdeler yarısına kadar açıldığında Sokrates konuşarak sahneye girer, peşinden de Kriton gelmektedir.]
Sokrates, elleri arkasında kavuşmuş bir şekilde hafif kamburuyla sahnenin ortasına doğru yürüyerek: “Ne geliyorsun peşimden kuyruğum gibi? Boşu boşuna dolaşma buralarda, ne konuşacağını biliyorum ben senin. Beni fikrimden caydırabilecek kadar ikna edici konuşabileceğini mi sanıyorsun? (duraksar. İşaret parmağı havalanmaya başlarken arkasından gelen Kriton’a yavaşça döner ve parmağını doğrultur.) Sakın ha, bu sözlerimle kendimi büyük görüyorum sanma; benim sözlerim değil ancak fikirlerim yıkılmayacak kadar büyük görür kendini, hiçbir surette boynunu bükmeyecek kadar gururlu olan asıl onlardır.”(parmağını indirir, elleri belinde kavuşur ve arkasına dönerek sahnenin ortasına doğru ilerlemeye devam eder.)
Kriton: “Gerçekten bu uğurda kendini öldürtecek misin?”
Sokrates; sahnenin ortasına varır ve durur, kafası yukarıya meyilli bir şekilde yan bir pozisyonda izleyiciye dönüktür. Kriton ile aralarında çapraz bir mesafe vardır: “Benim için daha onurlu bir ölüm olabileceğini mi sanıyorsun? Ya bir kazadan öleceğim ya da hastalıktan, etrafımızda bu kadar felaket varken huzurla ölebileceğimi düşünüyor olamazsın! Ben ancak bu şekilde huzura kavuşurum.”
Kriton: “Senin huzurlu ve onurlu ölüm dediğin şey, fikirlerini saçma ve yanlış bulduğun iktidarın hükmü üzerine yok olmak mı? Ölümünün bu tarafını hiç düşünmüş müydün Sokrates, ha?”
Sokrates: “Ben; o mahkemeye çağırıldığımı duyduğum ilk an, zaten ölüme gideceğimi biliyordum. O dar görüşlü topluluğun tanrılarını inkâr ettim ben, sen daha önce böyle bir şeye cüret eden birini duymayı geç hayal edebilir miydin?”
Kriton: “Ölünce ne olacak sanıyorsun? Herkesin arkandan yas tutacağını mı, kafalarını doldurmaya çalıştığın herkes her zamanki hayatlarına kaldığı yerden devam edecekler ve sense sadece unutulup yiten olacaksın. Huzurlu diye tabir ettiğin o ölüm bir filozof için sesini ve aklını sonsuza kadar kaybedişten başka bir şey olmayacak.”
Sokrates alaycı bir şekilde güler: “Sevgili Kriton, çenelerimizi boşuna yorduğumuzun farkında mısın? Sarf ettiğin sözcükler kimin biliyor musun? Herkesin dar bakışlarından bakıyorsun, idam kararımı duyduğun andan itibaren hiç öleceğim dışında başka bir şey geldi mi aklına? (elini Kriton’un omzuna koyar.) Benim için korktuğundan dolayı sana minnettarım lâkin ölümümün bir unutuluş olacağı meçhulken yaşamım kesinlikle bir ölüm olacak, eğer yaşarsam aslında kendimi öldürmüş olacağım; (iki elini de Kriton’a uzatır.) bu eller kendi kendini katledecek. Düşünce özgürlüğümü ve ortaya çıkardığım her fikri katlederek yaşayabileceğimi mi sanıyorsun?” (elleri iki yanına düşer.)
Kriton: “Sana kaç demek için buraya gelmiştim lâkin senin yaşamaktan ziyade ölmeye duyduğun bu arzunun bakışlarındaki koyu lekeleriyle karşılaştım Sokrates, bakışlarına sinmiş bu kararlılığa karşı elimden bir şey gelmeyeceğini anladım. Ben bir filozof değilim, benim işim sabah akşam düşünmek ve bu uğurda yaşamın şartlarıyla savaş vermek değil; ben sadece fikirlerine ve kararlarına saygı duyup yas tutmaktan başka bir şey yapamam. (duraksar ve bir nefes verir.) Şimdi gidiyorum, uyanabileceğin son uykunda seni yalnız bırakıyorum, eski dostum.”
[Kriton arkasını döner ve yavaş adımlarla sahneden çıkar. Sokrates, Kriton’un ardından bakmayı bırakıp yatağına uzanır, uyur ve ışıklar kapanır. Bir süre sonra sahneye sis verilir ve sahne bir miktar aydınlatılır. Sokrates uyanır ve yatakta oturur pozisyona gelir, boynu eğiktir. Sahneye küçük bir çocuk giriş yapar, Sokrates’e yaklaşır lâkin arada mesafe bırakır; Sokrates kafasını kaldırdığında çocuğu görür.]
Sokrates: “Kimsin sen? Burada ne arıyorsun?”
Çocuk, Sokrates’e ilerler ve yanında durur: “Ölmekten korkmuyor musun, Sokrates? Peki ya unutulmaktan, bir hiç olmaktan?”
Sokrates: “Nereden çıktın sen?”
Çocuk: “Rüyadasın, Sokrates. Ben de küçük bir çocuğum yalnızca. Sana göstereceklerim var.
Sokrates: “Anlamıyorum, neyden bahsediyorsun?”
Çocuk: “Bir an için bile tereddüde düşmedin, Sokrates. Merak eden ve sorgulayan yanına vurulacak prangaların kaşıntısını hissetmektense bir daha herhangi bir şey hissedememeyi tercih ettin ve bu kararından zerre pişman değilsin. Anılmayı, hakkında onurlu sözcükler sarf edilmesini hak eden birisin.”
Sokrates kekeler: “Ben…”
Çocuk: “Seni zamanda bir seyahate çıkaracağım, sadece izle ve gör.”
[Sahnenin bir tarafı tamamen açılır ve ışıklandırılır. Sıralarda oturan birkaç öğrenci ve ayakta bir öğretmen vardır. ]
Öğretmen, konuşmasını jest ve mimiklerle destekleyerek: “Bugünkü konumuz MÖ 6 ve MS 2. yy.larda felsefeyi doğa üzerinden yorumlayan doğa filozları. Bu dönemle ilgili pek bir bilgi bulunmamaktadır, zira o dönemde doğa filozoflarının yaygınlaşmaya başlaması üzerine başta olan yönetimin baskıları sonucu sansürlenmiş bir dönemle başlıyor felsefe. Günümüze gelene değin birçok baskı döneminden geçen felsefenin kır kanaat ilerleyişinin başlangıcı olan doğa filozofları…” (ışık söner ve perde, sahnenin o kısmını örter.)
Sokrates: “Bu ne anla…” (çocuk Sokrates’in lafını böler.)
Çocuk: “Tam olarak hiçbir şey anlamadığını anlayabiliyorum, Sokrates. Sadece izlemeye devam et.”
[Sahnenin diğer bir tarafı açılır ve ışıklandırılır. Sıralarda oturan birkaç öğrenci ve ayakta bir öğretmen vardır.]
Öğretmen, sıralar arasında dolaşarak: “Konumuz gereği bu dersin tamamını Sokrates üzerine yoğunlaştırmak istedim, bunun nedeni de Sokrates’in felsefede büyük bir yer kapamış olduğu gerçeğidir. Sokrates’in yaşadığı dönemde, Atina’da ve hatta dünyanın birçok yerinde çok tanrılı bir inanış ve putperestlik görülmekteydi; kimsenin bu konuda bir sıkıntı veya inanç bozukluğu yaşamadığı bir dönemde Sokrates’in inanması gerektiği düşünülen tanrıları inkâr etmesi o zamanda da şimdi de birçok kişi açısından büyük bir şok etkisi yaratmakta. Toplum diye nitelendirilen oldukça büyük bir kesimin inancına aykırı bir inancı kabul etmek ve toplumun her şekilde inandığı tanrılarının bir yalandan, kurmacadan ibaret olduğunu iddia etmek büyük bir güç isterdi doğrusu. Kişisel olarak Sokrates’i ele aldığımda, halkta felsefi bir görüş uyandırmaya çalışmasının yanında etrafındaki herkesin inanışını akıl yoluyla yanlış bulup reddetmesi ve günümüzde bir saçmalık niteliğindeki heykelden tanrılara tapmanın o zamanlarda yanlış bir inanış şekli olduğunu kavraması gerçekten takdire değer ve hatırlanması için yeterli bir sebepten fazlasıdır. Bunun üzerine de; inanışları, fikir yürüterek aklının ışığında kabul ettiği gerçekler uğruna ölmesi de onu bir kahraman haline getirmektedir şahsen.” (öğretmen durur ve ışıklar sönüp sahnenin o kısmı perde ile kapatılır.)
Çocuk: “Tüm bunların ne anlama geldiğini çözmeye çalıştığını düşünüyorum, seni aydınlatacağım. Bu gördüklerin, senin tüm insanlığa neler kazandıracağınla ilgili. Sadece öleceğini mi düşünüyorsun, (kafasını iki yana sallar yavaşça.) yanılıyorsun; senin ölümün birçok şeyin başlangıcı ve bitiş çizgisi olacak. Varlığını ve yaptıklarını küçümseyerek koca bir yanılgının içine düşme, bir filozofun hiçbir şekilde küçümsenecek bir yanı yoktur. Aynen söylediğin gibi, onların cahillikleri ellerinde olan en iyi seçeneğe itti onları; ama ne yazıktır ki avuçlarından taşanlar dahi senin kıymetinin farkına varmalarını sağlayamadı. Yine de hiçbir şekilde, ölümünün havada kalacağını sanma, Sokrates. Gördüğün gibi, fikirleri uğruna can verenler asla unutulup tarihe karışanlardan olmazlar.” (arkasını döner ve sahneden çıkmaya başlar.)
Sokrates, bir kolunu yavaşça çocuğun arkasından kaldırır ve seslenir; kalkan kolunun işaret parmağı çocuğa uzanmaya çalışır sabit kaldığı yatakta: “Sen… Ne kadar da öğrencim Platon’a benziyorsun.” (çocuk, omzunun gerisinden Sokrates’e döner ve gülümser. Sonra da sahneden çıkar, Sokrates yatağına uzanır.)
[Perde sona erer.]
3.PERDE
Kişiler: Sokrates, Platon, hâkim, jüri heyeti, Sokrates’in ailesi, Kriton.
[Sahne ikiye bölünür, bir tarafında mahkeme kurulur diğerinde ise bir yatak bulunur. Mahkemenin bulunduğu perde açıldığında Sokrates sahnenin ortasında ayakta dikilmektedir, karşısında hâkim ve jüri heyeti vardır. Işıklar açılır.]
Hâkim: “Doğu kararı verdiğini düşünüyorum Sokrates, sonuçta kim olsa doğru kararı verirdi.”
Sokrates: “Herkesin bu kararı verip vermeyeceği konusunda hemfikir değilim lâkin doğru kararı verdiğimden eminim. Hak ettiğim ölümün bu olduğunu ve yaşamam gereken hayatı yaşadığımı biliyorum, şimdiye kadar fikirlerimde özgürdüm ve bundan sonrası o özgürlüğü kısıtlayacağından yaşamımın sonuna geldiğimin farkındayım.”
Hâkim: “Doğrusunu istersen, seçtiğin bu yanlış karara üzüldüm. Oysaki doğru yolda halkımıza ve insanlığa kazandıracağın birçok şeyin olduğunu düşünüyordum ama madem ölümü seçtin, (duraksar ve jüriye döner. Jüri hâkime bakar ve hâkim sakince kafasını yukarı aşağı sallar. Jüriden biri ayağı kalkar ve elindeki kadehle Sokrates’e doğru yürür.) o zaman yasalarımız gereğince kabullendiğin bu ölümü gerçekleştirmen gerekiyor. (jüriden biri Sokrates’e kadehi uzatır, Sokrates alır.)
[Işıklar söner ve perde kapanır, ardından diğer perde açılır. Sokrates elindeki kadehle yatakta oturur pozisyondadır, yatağın dibinde oturup sessizce ağlayan ailesi vardır. Kriton, arkasını Sokrates’e dönmüş bir şekilde yataktan birkaç adımlık mesafede ayaktadır. Platon, yatağın arkasında bir köşede Sokrates’e gözlerini dikmiş bir şekilde ayakta dikilmektedir.]
Sokrates: “Vedalaştık sevgili ailem ve çok değerli dostlarım. Artık gidip ölümümde beni yalnız bırakabilirsiniz, gözlerimin gördüğü son şey ağlayan ve kederli suratlarınız olsun istemiyorum.”
Kriton, Sokrates’e döner: “Seni yalnız bırakacağımızı mı sanıyorsun, Sokrates? Bahsettiğin huzurlu ölüme kavuştuğunu görmeden buradan gitmeyeceğim.” (Sokrates kabullenişle kafasını sallar ve elinde tuttuğu kadehe bir süre bakar; sonra da hepsini içer ve yatağa uzanır. Ailesi daha da şiddetle ağlamaya başlar. Kriton, gözlerini yumarak kafasını başka bir yöne çevirir. Platon, sabit kalır. Bir süre beklerler, Sokrates düzensiz sesli nefeslerinin arasında birkaç kez öksürür; nefesi darlaşır.)
Kriton, başını Sokrates’e döndürerek: “Böyle acı içinde kıvranmanı görmek istemiyorum, Sokrates. Lütfen ayağa kal da baldıran daha hızlı etki etsin ve bitsin bu acı bekleyişin.”
Sokrates, gözlerini tavana dikerek elini savuşturur: “Duygusallaşacak herkesin gitmesini istiyorum. Bu benim sizlerden son ricamdır. Lütfen gidin.” (herkes bir süre bekler, Kriton hareketlenir ve Sokrates’in ailesine yardım ederek onlarla beraber sahnenin dışına çıkar. Geriye, köşede bekleyen Platon kalır.)
Sokrates: “Platon? Yanıma gel, oğlum.”
[Platon hareketlenir ve yatağın önüne geçerek Sokrates’e yaklaşır. Sokrates, Platon’a bakar ve yüzü acı içindeyken gülümser; sonra gürültülü bir nefes alır. Sokrates’in gülümsemesi solar ve kafası yana düşer, gözleri kapanırken sahnedeki ışık azalmaya başlar. Platon kendini yavaşça yere bırakır, yatağın dibinde oturur pozisyona gelir; sırtında kambur oluşurken bacaklarını uzatmış, omuzları çökerken kollarını iki yanından serbest bırakmıştır. Kafasını yukarı kaldırır ve sesli bir nefes verdikten sonra boynunu büker, ışıklar sonunda tamamen kapanır.]
NİSAN,2019

“The Death Of Socrates” Jacques-Louis David
Comments