top of page
yaşamak zaten varoluşsal bir intihar...

DUVARDAKİ KAN

Yazarın fotoğrafı: Rümeysa AzakRümeysa Azak



 


Dimağındaki tahta kurularının yaşamın soluğunu içine çekip ciğerlerini yaktığından beridir kemirmekte olduğu gerçeği kusa kusa bütünleştirdiği parçalardan oluşan tabloda, nefes alan deriyi yırtmışken ruhundan bedeninin çeşitli uzuvlarına damlayan ihtilalin katleden rüzgârıyla tablonun salınımlanan zarına ayağı takılmış; deli divane, içerisinde ilk insanın ayak izlerinden itibaren harlanan katışıksız yangının açlığını doyuracak o şeyi arıyordu. Çürük bulutların şahikayı sarmaladığı bir güne, gündoğumu ile gözlerini açmış; kafasının yastıkta oluşturduğu şekilsiz çukuru yeniden doldurana değin bir diğer günün aynısı olduğunu zannettiği başka bir güne daha uyanmıştı lâkin hiçbir şekilde havsalasının alabileceğini düşünmediği bir gün yaşayacağını ona kanıksatan bir bilinmezlik ruhunun katlanmış köşelerinden belirdi ve bedeninin dört bir yanını sarıp onu bir bohça haline getirdi. Bedeni üzerinde gittikçe büyüyen bu kırışıklığın yeni bir güne adım atar atmaz düzleşip düzeleceğini hatırına getirirken boğazındaki yumruyu karıncalanan ağzını ıslatarak yuttu ve yatağından kalktı. Sanki dün gece ruhu ile yolculuğa çıkan zihni henüz bedenini bulmamış gibi etrafa bir süre normal akışından anormale kaçan göz çırpınışlarıyla boş boş baktı. Her zaman onu sıcak atmosferiyle, yuva kokusuyla karşılayan evi artık ona yabancı bir mabet gibi geldi, sanki orada bulunması yanlış ve yasakmış gibi hemen bu demir iskeletlerin arasından sıyrılmak istedi ve de sonunda bu hissin ısrarı ve yarattığı korkuyla birlikte o yabancı mabedi yokluğuyla münzevi, savaş sonrası bir barınağa çevirdi.

Kendini yeni demirden iskeletlerin çevrelediği devasa yıkıntıların tam ortasına attığında etrafını çevreleyen dünyanın hızı onda daha fazla devam edebilecek takatin kalmadığını teyitlercesine bir ivme ile döndü, gözbebekleri bu sallantıyı daha fazla taşıyamayıp kusmadan önce kendilerini sığınaklarına kilitlediklerinde terk edilmiş ve terk etmiş kotasında olan kendi ile bir yığın karanlığın içerisinde baş başa kaldı. Bir şeyler oluyordu, etrafına ya da kendi bedenine tesir edip onu etkileyen çok büyük bir kuvvet vardı, sanki var oluşundan beridir kendisine katışmış fakat varlığı yeni yeni toprak altından çıkan bir şey onu etkisi altına almıştı; bu hastalıklı hâl onu tanıyamadığı bir benlik ve daha önce varlığından haberdar olmadığı hislerle besliyordu. Beslendiği kaynağı bulmak için vücudunun belli noktalarını sıkıştıran belirsiz bir dürtü onu sonu bilinmez bir yolculuğa çıkarmak için adımlarını hareketlendirdi. Etrafında rüzgârın kokusunu duyar, belirsiz ayakların zemine batan adımlarının teninde bıraktığı güneş yanığı acısını hisseder, kapalı gözlerinin ardında beklenmedik görüntülerin hayali tatlarının damağına yapıştığını sezerken dudaklarının havada dalgalandırdığı titreşimlerden haberdar ve bir o kadar da onların yabancısıydı. İki dolgun et parçası birbirine çeşitli bölgelerinden değmek ve değişik oluşumlar ortaya çıkarmak suretiyle hissedilebilir devinimlerde bulunuyordu lâkin bedenin katî sahibi beyninde o en önemli bağlardan birini koparmış olacak ki bu kimliği belirsiz devinimler ve belki de bir süre sonra seslerine kavuşan kelimeler, zihnindeki hiçbir anlamı karşısında bulamıyordu.

Aslında kapalı gözleri ardında aksi konumunda gözlerinin ekranına yansıyacak olandan daha aydınlık bir görüş sunan, henüz dünyaya ve insana bulanmamış kırıntı tanesi kadar olan parçası onda bir daha katiyen dış dünya ile temasta bulunmama fikrini dallayıp budaklıyordu. Her şeye rağmen ne kadar bir zamanı akıttığını bilmeden o şekilde uzunca bir yol yürüdü. Yaşamın kalbine yapışmış ve damarlarını her geçen lâhzada daha da kendine bulayan ölümün akışkan varlığı onu bu yolculuğunda teğet geçmiş olacak ki, şayet tersi bir ihtimalde çoktan damarlarında cıva etkisi yaratıp vücudunu kurutacak ölüm onu yeryüzünden kazımış olurdu, kapalı gözlerle ve yavaş adımlarla ilerlerken etrafta onun bu davranışına anlam veremeyenlerin gürültü kalabalığı, üzerine damgalanmış bakışlar ve şehrin soluksuz bırakan nemi ile geçen her saat bedende biriken iltihap gibi içerisinde katmerlenmiş hissiyatı beslerken hâlâ daha yaşamın sınırlarındaydı. Tabii içerisinde bulunduğu durum yaşam diye adlandırılabilirse! Katmerlenen, zamanla kangreni andıran tıkanıklık, rengini soldurmuş; vücudundan akan terlerle cildi yağmur sonrası bir salyangozun yapışkan ve parlak tenini anımsatıyordu lâkin bu kadarla olsaydı haline şükürden methiyeler dizerdi ama durumu çok daha vahimdi. Kalbi, nabzını çevresine haykırmak istermiş gibi atıyor; bedeninin içerisinde bir şeyler ayaklarından başlayıp gırtlağına kadar onu büzüştürüp deriden tapınağından dışarı itmek istiyordu. Hali gerçekten içler acısıydı…


Gözlerini nihayetinde açabildi, onu karşılayan ve sönmesine ramak kalan günışığı göz yuvarlarından boşluklarına akarak derisini taş küreden yeni yeni feveran eden magma etkisiyle yaktı; tüm o yanık kokusu ondan başka kimse tarafından hissedilmedi.


Bilinmez bir zaman dilimi geçti, iltihap büyüdü; içerisindeki o bilinmezlik, o kadar katışıksız bir hale geldi ki çehresini sarmalayan tek ifade aslında en başından beri sahip olduğu ama hiçbir türlü ihtiyacını duymadığı bir şeyin bir anda hayati önem niteliği taşıması üzerine onu bulmaya çalışan bedevinin yollara düştüğünde dimağına takındığı ifadeyle aynı ve belki de daha gerçeğiydi. Hiçbir şekilde aşinalığa dahil olmayan sokakların tekinsiz kaldırımlarında yürürken rast geldiği her yüzde suratındaki soru işaretlerinin cevabını arıyor, sağlıksız bakışların odağı oluyordu.

Sonunda yalnız bırakılmış bir duvarın dibine çöktü. Bu bir konutun renksiz duvarı mıydı yoksa orada öylece tek başına bir dünya yükü sırtlanmaya mecbur çatlak bir istinat duvarı mıydı veya çok daha başka bir şey miydi, bilemedi; zaten bilinci de hiçbir şekilde herhangi bir algılamaya geçit vermiyordu.

Artık öyle bir durumdaydı ki bulmak için yollara düştüğü bilinmezliğin peşinde çılgına dönen bünyesi tepe taklak olmuş, beyninde birbiri ucuna eklenen bağlar kafatasının içerisinde öyle bir giriftleşmişti ki yaşanan bu aksiliğin neden olduğu ağrı, kafasını bedeninden bir uzuv olarak görmesine engel oluyordu. Ya tüm gün boyunca midesine bir damla su gitmediğinden ya da terledikçe kuruyan cildinin nem ihtiyacını dahi karşılayamayan bedeninin susuzluğundan veya iki sebepten de damağında bir kuruluk, boğazında ıslanmayan derinin oluşturduğu bir acı vardı. Damardan verilen bir tür uyuşturucuya katî bir suretle ihtiyaç duyan bir bağımlı gibi hissediyor, daha önce yanından geçmediği bu deneyimin yaşandığı anların içerisinde boğuluyordu. Ne olduğunu bir türlü çözemediği bir şeyin eksikliği onu deliye çevirmişti. Neredeyse tüm gün gizlenen gözbebekleri şimdi tüm o anların intikamını alırcasına göz boşluklarından özgürlüğüne kavuşmaya çalışıyor, asla duyamadığı hatta ne olduğunu dahi kavrayamadığı kelimelerden öç almaya çabalayan ses telleri dudaklarının arasından boğuk ve gürültülü kahkahaları büyük bir telaş ve nizamsızlıkla firar ettiriyordu. Deli gibi gülüyor, güldükçe karnında çukurlar açılıyor; gözyuvarlarını sakinleştiremiyor, bedeni öğürürcesine sallanıyordu. Delilik çehresine öyle bir yapışmıştı ki bedeninin iki ucundan ters yönlere çevirmek suretiyle ıslak bir bezi sıkarmışçasına döndürülen bedeninden geriye yalnızca tek solukluk rüzgârda yokluğa karışacak toz kümeleri kalmışken arta kalan tek şey plasenta kıvamındaki deliliğinin öz suyu olurdu.

İşte! Güneş neredeyse batıyordu ve bir günbatımı ilk kez onun bu yüzüne şahitlik ediyordu. O sakin ve bilinçli ruh hali üzerindeki deriyi sıyırmış, altından çıkan kontrolsüz ve aç yaratık tüm ilkelliğiyle ruhunun çatlaklarına sızmış amacı, ruhunu soymak pahasına güneşin son ışıklarına yetiştirmeye çabalıyordu. İçinde bir şeyler devriliyor, acıyor ve parçalara ayrılıyordu. Büyük bir krizin ortasında mahkûm kalan bedenini son bir gayretle büzüştüğü yerden çığlıklar eşliğinde kaldırdı, bedeni dönüşüm geçiren bir canavarın baştan çizilen kemikleri gibi un ufak oluyordu. Kollarını kaldırdı, parmakları duvarı avuçlarcasına bir kanca gibi betona battı; ses bulamamış elleri, parmaklarının ucunu duvara kazıya kazıya ruhuna kalem olmak amacıyla canhıraş devinimlerle pürüzlü beton üzerinde tırnak söken manevralar eşliğinde aradığı şeye adımladı. Bitik bir şekilde kanına buladığı o duvarın dibine çöktüğünde sönen bir balon gibi fakat huzuru bulmuş nefesler verdi. O duvarda ruhunun hamuruna katılıp yıllar geçtikçe fark edilmeksizin kabaran kelimeler vardı, bu mahlukat işte tam olarak bunu arıyordu.

“Yazmak”.



 

コメント


gönderilerden haberdar olun
  • Instagram
  • Tumblr Sosyal Simge

© 2023 by The Book Lover. Proudly created with Wix.com

bottom of page